SAİT FAİK ABASIYANIK
Adapazarı’nda doğmuş, ömrü İstanbul’da geçmiş Sait
Faik’in neden Bursa Lisesi’nde okuduğunu merak ettiniz mi hiç? Bu bir
yaramazlığın ve sürgünün hikayesiymiş meğer. Hazır Haydarpaşa Lisesi
öğrencilerinin yaramazlıkları da gündemdeyken paylaşmak istedim… Yine Bursa
Lisesi mezunu olan gazeteci Hikmet Feridun Es, Sait Faik’in kişiliğini de
ortaya koyan bu anısını (Hayat Haziran 1954) şöyle anlatıyor:
Arapça hocası kürsüye doğru ilerledi. İskemlesine
oturdu.Fakat oturmasıyla yerinden fırlaması bir oldu. Sonra öğrencilere dönerek
sordu:
-Bu iğneyi benim minderime kim koydu?Sınıfta çıt yok.
-Söyleyin diyorum! Kim koydu bu iğneyi? Ağzını açan
olmadı. Hoca efendi köpürdü:
-Şayet cevap vermezseniz hepiniz sürgüne gidersiniz!
Sürgün! O da ne? Bu kelimeyi ilk defa işitiyorduk. Arapça öğretmeni biraz daha
bekledikten sonra:
-Peki öyle ise! Dedi ve eteklerini savurarak sınıftan
çıktı gitti. O gün İstanbul Lisesi allak bullak oldu. Ertesi gün hocanın
minderine iğne koyan 41 haylazdan bütün gazeteler büyük başlıklarla
bahsettiler. Bir hafta sonra da karar verildi. Salih hocanın dediği çıkmıştı.
41 yaramaz İstanbul Lisesi’nden Bursa Lisesi’ne sürgün gönderildi. İşte Sait
Faik’i ben bu yaramazlar sınıfında, 41 sürgünün içinde tanıdım. Sınıfta o benim
arkamdaki sırada otururdu. Sait sürgüne gitti ve Bursa Lisesi’nden mezun oldu.
Küçük bir toplu iğne hayatındaki ilk virajı çizmişti. Yıllarca bu iğne
hadisesini unutamadı. Mektepten ve Salih hocadan her söz açıldıkça:
-Ne de efendi adamdı! Nasıl elimiz vardı da o iğneyi
minderine koyduk! Diyordu.
***
Aradan yıllar geçti. Bir gece yarısı Sait Faik’i
Beyoğlu’nda Ağa Camii durağında gördüm. Büyük bir haberi varmış gibi önümü
kesti.
-Ne oldu biliyor musun? Dedi. Merakla yüzüne baktığımı
görünce anlatmaya başladı:
-Salih hocayı gördüm!
-Nerede?
-Eyüp Sultan’da. Yanına koşup elini öptüm ve “Hoca
efendi, bizi affettin mi?” dedim. Hoca şaşırdı. Sonra ”Niçin sizi affedeyim?
Sebep ne?” dedi. – Hani şu iğne meselesi hoca efendi.” Elini öptüğüm zat
büsbütün afalladı. “Evladım! Sen yanılıyorsun galiba. Beni birisine benzetmiş
olmayasın” Bu sefer ben şaşaladım. “Siz Arapça hocası Salih efendi değil
misiniz?” Güldü. “Yok çocuğum. Ne münasebet. Ben Arapça hocası değilim. İsmim
de Salih değil.” Bu sefer boynumu büktüm. “Bir çocukluk yaramazlığının vicdan
azabı içindeyim hoca efendi. Benzettiğim kimse olmasanız bile zararı yok. Onun
namına beni affetseniz de şu iş olup bitse.” Hoca gülümsedi. “Affettim gitti
oğlum.” Bir daha elini öptüm ve ayrıldım. Sait Faik durdu ve bir yükten
kurtulmuş gibi:
-Oh be yahu… Hafifledim vallahi! Bir vicdan azabı onu
yıllarca adım adım takip etmişti.***
Bu anıya başka bir sınıf arkadaşının ağzından kısaca
değinildiğini görmüştüm (Sait Faik Abasıyanık 90 Yaşında, Bilgi Y.1996). Fakat
Hikmet Feridun Es’in ayrıntılı anlatımıyla bildiğim kadarıyla henüz kitaplara
girmiş değil. Bu ilginç anıyı biraz da o zamanki disiplin anlayışını göstermesi
açısından yazmak istedim. Elbette Sait’in o duyarlı kişiliğini ele veren yanı
için de…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.